“Bir Telefonla Gazeteci Olanlar”
Şehirde yeni bir meslek türedi: Facebook Gazeteciliği.
Hani şu, bir sayfa açıp altına “haber” yazanlardan bahsediyorum.
Mikrofon görse “basın mensubu” kesiliyor, bir fotoğrafın altına üç satır yazsa kendini muhabir sanıyor.
Gazeteciliği öğrenmek için ne bir okul görmüş, ne bir usta yanında yetişmiş, ne de sahada toz yutmuş.
Ama sorun değil (!) çünkü onların gözünde gazetecilik, telefonun ekranı kadar basit bir şey.
Kimi var sabah kahvaltısını paylaşıyor, iki saat sonra “son dakika” haber veriyor.
Kimi var kahvede çayını yudumlarken “acil gelişme” yazıyor. Kaynak mı? Gören duyan yok. Teyit mi? O da ne?
Zaten onlar için önemli olan “haber” değil, sayfa beğenisi, takipçi sayısı.
Bir de toplantılara, programlara gelirler ya…
Orada asıl tiyatro başlar. Boyunlarına astıkları kartlarda kocaman “BASIN” yazar.
O kartı bastırmak zaten beş dakikalık iş. İçeri girer, ön sıraya kurulur, sonra da bir iki kare fotoğraf çekip “basın mensubu” pozuna girerler. Yanında 20 senesini sahada geçirmiş, kar kış demeden haber peşinde koşmuş gazeteciyle aynı kefeye konur
. Hatta bazen ondan daha öne çıkarılır. İşte orada mesleğin itibarı yerle yeksan olur.
Gazetecilik öyle kafede, kulaktan dolma bilgiyle, “bana öyle dediler” cümleleriyle yapılmaz.
Bu işin etiği, sorumluluğu, bedeli vardır. Kimi zaman bir haber için günlerce uğraşmak, kimi zaman mahkeme kapılarında sürünmek, kimi zaman da bedel ödemek gerek.
Ama gel gör ki sosyal medya gazetecileri için haber, üç parmak hareketinden ibaret: Kopyala, yapıştır, paylaş!
Madem öyle, yarın öbür gün berbere giden herkes kuaför, mutfağa giren herkes aşçı, direksiyon başına geçen herkes şoför olsun. Nasıl olsa işin eğitimine, disiplinine, sorumluluğuna gerek yok(!).
Ama unutmayalım: Vatandaşın doğru haber alma hakkı, bu işgüzarlara bırakılamayacak kadar değerlidir.
Şehirde yeni bir meslek türedi: Facebook Gazeteciliği. Hani şu, bir sayfa açıp altına “haber” yazanlardan bahsediyorum. Mikrofon görse “basın mensubu” kesiliyor, bir fotoğrafın altına üç satır yazsa kendini muhabir sanıyor. Gazeteciliği öğrenmek için ne bir okul görmüş, ne bir usta yanında yetişmiş, ne de sahada toz yutmuş. Ama sorun değil (!) çünkü onların gözünde gazetecilik, telefonun ekranı kadar basit bir şey.
Kimi var sabah kahvaltısını paylaşıyor, iki saat sonra “son dakika” haber veriyor. Kimi var kahvede çayını yudumlarken “acil gelişme” yazıyor. Kaynak mı? Gören duyan yok. Teyit mi? O da ne? Zaten onlar için önemli olan “haber” değil, sayfa beğenisi, takipçi sayısı.
Bir de toplantılara, programlara gelirler ya… Orada asıl tiyatro başlar. Boyunlarına astıkları kartlarda kocaman “BASIN” yazar. O kartı bastırmak zaten beş dakikalık iş. İçeri girer, ön sıraya kurulur, sonra da bir iki kare fotoğraf çekip “basın mensubu” pozuna girerler. Yanında 20 senesini sahada geçirmiş, kar kış demeden haber peşinde koşmuş gazeteciyle aynı kefeye konur. Hatta bazen ondan daha öne çıkarılır. İşte orada mesleğin itibarı yerle yeksan olur.
Gazetecilik öyle kafede, kulaktan dolma bilgiyle, “bana öyle dediler” cümleleriyle yapılmaz. Bu işin etiği, sorumluluğu, bedeli vardır. Kimi zaman bir haber için günlerce uğraşmak, kimi zaman mahkeme kapılarında sürünmek, kimi zaman da bedel ödemek gerek. Ama gel gör ki sosyal medya gazetecileri için haber, üç parmak hareketinden ibaret: Kopyala, yapıştır, paylaş!
Madem öyle, yarın öbür gün berbere giden herkes kuaför, mutfağa giren herkes aşçı, direksiyon başına geçen herkes şoför olsun. Nasıl olsa işin eğitimine, disiplinine, sorumluluğuna gerek yok(!).
Ama unutmayalım: Vatandaşın doğru haber alma hakkı, bu işgüzarlara bırakılamayacak kadar değerlidir.
Gazetecilik hâlâ alın teri, hâlâ cesaret, hâlâ emek ister.
Sayfa açmakla gazeteci olunmaz, ancak “haber paylaşımcısı” olunur.
hâlâ alın teri, hâlâ cesaret, hâlâ emek ister. Sayfa açmakla gazeteci olunmaz, ancak “haber paylaşımcısı” olunur.
Yorumlar