Toplumlar, yalnızca savaşlarla ya da ekonomik krizlerle yıkılmaz. Bazen yıkım, çok daha sessiz ve içten olur. Günümüzün en sinsi yıkımlarından biri de sosyal çürümedir.

 Görmezden gelinen, normalleştirilen, hatta kimi zaman övülen bir çürüme bu.

Ahlakın Erozyonu

Eskiden ayıp sayılan şeyler artık "cesaret" olarak görülüyor. Toplumsal değerler; erdem, saygı, tevazu gibi kavramlar yerini popülerliğe, bencilliğe ve gösterişe bıraktı. Hırsızlık sadece cebimizden yapılmaz; güvenimizi çalanlar, merhametimizi tüketenler de hırsızdır. Ne yazık ki bu tür hırsızlıklar artık alkışlanıyor.

Dijital Maskeler ve Gerçeklikten Kaçış

Sosyal medya, bireyin kendini ifade etmesinden çok, kendini pazarladığı bir alana dönüştü.

Filtrelerle süslenen yüzler, gerçek duyguları örten maskeler haline geldi. İnsanlar artık ne olduklarıyla değil, nasıl göründükleriyle değerlendiriliyor. Kendi hayatını tiyatroya çeviren bu yeni insan modeli, toplumsal samimiyetin ölüm fermanıdır.

Toplumsal Empati Krizi

Sokakta bir insan yere düştüğünde yardım etmek yerine cep telefonuna sarılan bir toplum olduk. Başkalarının acısını sadece "içerik" olarak gören bir bakış gelişti.

 Yardımlaşma, dayanışma, el uzatma gibi değerler artık neredeyse nostaljik kavramlar gibi görünüyor. Çünkü empati, sosyal çürümenin en erken kurbanıdır.

Aile, Eğitim ve Medya Üçgeni

Ailede başlayan değer eğitimi eksik, okullarda verilen bilgi yetersiz, medya ise bu boşluğu daha da büyütüyor.

 Dizi karakterleri, gençlerin rol modelleri haline geliyor. Ne söylediğinden çok, nasıl giyindiği, nasıl bağırdığı örnek alınıyor. Eğitim sistemimiz "iyi insan" değil, "başarılı birey" üretmeye odaklı. Oysa biri olmadan diğeri sadece bir vitrindir.

Çözüm Nerede?

Toplumsal çürümenin panzehiri, bireysel uyanıştır. Kendimize dürüst olmalı, doğruyu aramaktan vazgeçmemeliyiz. Vicdanlarımızı susturmamalı, kalbimizi mekanikleşmiş bir hayatın içinde kaybetmemeliyiz. "Herkes böyle" diyerek yanlışa ortak olmayalım.

Çünkü çürüme yayılır, ama onarma da bulaşıcıdır.